LA PIEL QUE HABITO
İÇİNDE YAŞADIĞIM DERİ
Hoşgeldiniz. Burası Almodovarland. Burada davranışların
direksiyonu duygular. Burada gerçek hayatta olamadığı kadar etkili kadınlar
var. Aşk artık gerçek olamaz denilecek kadar Mecnun kıvamında. Hikayeler
girift, müzikler kaliteli.
Denebilir ki, bu bir intikamın hikayesi. Çılgınca bir küfür
olmaktan öteye gidebileceğini hiç sanmadığımız türden bir intikam hikayesi. İntikamın
böylesini Monte Cristo Kontu alamadı, o noktada.
Bense derim ki, bu daha çok, aşık bir adamın hikayesi. Bütün
bunlar aşk için. Hepsi aşk için. Gen transferi dehası doktor, sert görünüşünün
altında, çok aşık. Saf aşık raddesinde inanıyor. Daha önce de kandırılmış,
affediyor. Sonra yine affediyor, yine kanıyor. Filmi tek başıma izlerken,
sonlara doğru kendimi “hayır enayi, yapma saf” türünde söylenirken buldum.
Bir nokta var ki, o da bence filmdeki hemen herkes suçlu,
ama hiçbiri bunlar olsun istemezdi. Ne Doktor Robert, ne Vera-Vicente, ne de hizmetçi-anne.. Hepsi lanet okunmayı hak ediyor, ama tam okuyacakken bir ‘yazık
oldu’ fikri aklından geçiyor. Bu da usta Almodovar’ın stili ve başarısı.
Filmin hikayeyi işleyiş biçimi, tam yerinde geriye dönüşlü
anlattığı konusu, kurgusu çok iyi. Ama sonunu beğenmediğimi söylemek zorundayım. Son sahne
olmasa, bize daha fazla soru işareti kalacaktı, ayrı bir tat bırakacaktı diye
düşünüyorum. Orası olmadı Pedro’cum.
İçimde büyüyen sevgi: Antonio Banderas, hakikaten Antonio
Banderas’mış, bu filmde bunu anladım. Bugün Antonio Banderas’a aşığım. Yarını bilmem.
Sonra içimde kabaran bir nefret, o hain eski karısı Gal
için. Gal’cim sen iyi misin? Sen bu doktoru bırak, o ayıyla kaç. Kaplan’mış,
hıh.
Sonra içimde bir acıma, bir üzüntü, kızı için. Kırk yılın
başında sosyalleşecekti ki, pişmiş tavuğun başına gelecek türden hadiseler
cereyan etti.
İçinde Yaşadığım Deri, turuncuları, sarıları pembeleri
görmeye alışık olduğumuz Almodovar’ın diğer filmlerine nazaran daha renksiz. Konusu da öyle. En iyi filmi olduğunu da söyleyemem. Bir ara deri görmekten içime fenalık geldi.
Bittiğinde ciddi ciddi oturdum, saf gibi düşündüm, Woody Allen’ı mı daha çok seviyorum, Almodovar’ı mı? Sonra dedim ki, herkese yetecek kadar sevgi var içimde. (The Love I Live In). Ama Woody, sen benim bir tanemsin.
Şu şarkıya gelirsek.. Yürek dağlasaymış?