bill murray etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bill murray etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Ocak 2013 Salı

GROUNDHOG DAY (1993)


BUGÜN ASLINDA DÜNDÜ


Defalarca kez baktığım IMDb Top 250 listesinde nasıl gözden kaçırdığıma şaşırdığım bir film, Groundhog Day. Bugüne dek nasıl dikkatimi çekmedi, nasıl eşten dosttan da duyamadım bilemiyorum. Hemen telafi ettim.


Phil, dandik bir kanalda hava tahmincisi. Kanalının her yıl görevlendirdiği üzere, hiç istemeyerek, beraberinde prodüktör Rita ve şapşaloz kameramanla köstebek gününü gözlemek ve haberini yapmak için hiç istemeyerek Punxsutawney’e gidiyor.
Biraz aksi ve işini isteksizce yapan biri olduğundan, Rita onu bu yıl daha iyi bir otele yerleştiriyor.
Phil sabah saat 6’da radyo alarmıyla uyanıp çıkıyor; ekiple beraber köstebek günü haberini yapıyorlar ve  dönmek üzereyken fırtına nedeniyle yolların kapandığını öğrenip Punxsutawney’de kalıyorlar.


Ertesi gün uyandığında önceki gün yaşadıklarının bire bir aynısını yaşamaya başlıyor. Aynı konuşmalar, olaylar, her şey tamamen aynı. Her gün aynı otel odasında, saat 6’da, aynı radyo alarmındaki aynı yayınla aynı güne başlıyor.
Ve Phil 8 yıl 8 ay 16 gün boyunca her gün, aynı günü yaşıyor. Bunu dvd yorumlarında yönetmen Harold Ramis söylemiş, bence biraz aşırı olmuş. Adamlar saymışlar; filmde geçen net gün sayısı 38’miş. Bu da saçmalık tabii, aradan geçen uzun zaman da hissediliyor. Benim hissettiğim, 6-8 ay civarıydı. Fakat 6 ayda bir insanın karakterinin bu kadar dönüşemeyeceği, pesimist bir insanın optimist biri olamayacağı da kesin.


Aşama aşama değişerek, aynı hayatı farklı şekillerde yaşayan Phil’in elde ettiği farklı sonuçları gösteren bir film bu. Bir günü ne şekillerde ele alabileceğimizin bizim elimizde olduğunu, meydana gelen sonucu tamamen bizim yarattığımızı gösteriyor. Kendimizi insanların gözünde nasıl konumlandıracağımız elimizde, diyor bize.
Aynı Phil, aynı günü beş karış surat ve aksiliklerle de tamamlayabiliyor, olmak istediği kişinin ancak bir sureti olabildiği için yüzüne gözüne de bulaştırabiliyor; aynı gün intiharla da sonuçlanabiliyor; kendin olup, hayatı sevgiyle kucaklayarak; insanlara yardım edip kendini sevdirerek, mutlu sonuçlarla da bitebiliyor.
Değişen bakış açısı, hayatı değiştiriyor.
Nasıl bakarsan, onu görür, öyle yaşarsın.  

                                     

1993 senesine yakışır klasik, beklediğimiz türde bir finali var filmin. Bugün çekilecek olsa böyle bitmezdi, eminim. Hayatla ilgili bir mesaj bombardımanı da yok değil.

Bu film sayesinde Amerikalıların geleneksel olarak her yılın 2 şubat günü kutladıkları, köstebek günü dedikleri saçma sapan bir adetlerini daha öğrenmiş olduk. Yuvasından çıkan köstebek eğer hava güneşliyse kendi gölgesini görüp yuvasına geri dönermiş; bu da kış 6 hafta daha sürecek anlamına geliyormuş, pes.
Amerikan adetlerini kendi adetlerimden daha iyi biliyorum neredeyse. Sağ olsun Hollywood.


Andie MacDowell, her zamanki gibi, bebek gibi. Rolü gereği de olağanüstü bir kadın. Kendimi bildim bileli reklamlarında oynadığı L'oreal Revitalift sayesinde sanırım, hala öyle. Bill Murray, çok içten, çok gerçek bir oyun sergilemiş, çok sevdim.



Filmin geçtiği çoğu mekan, alışık olduğumuz Universal stüdyosunda. Nasıl burada bu kadar çok film çekmişler, utanmamışlar mı cidden anlam veremiyorum. Böyle stüdyo mu olur. Meydandaki evlerin dükkanların vs. iki boyutlu olduğu o kadar belli ki. Daha da komiği Geleceğe Dönüş dekorunun neredeyse aynısı. Punxsutawney değil, Hill Valley adeta. Ufak renk değiştirmeler var. Saat kulesine bile kıyamamışlar. Phil’in sürekli döndüğü, dilenciye para verip lise arkadaşıyla karşılaştığı köşe, bildiğin Cafe 80’s. Öyle olunca da mekanların gerçek yerler olduğu algısı oluşmuyor. Tiyatrodan çok da farklı değil. 

                                                                       Şekil 1.a: Punxsutawney

                                                                       Şekil 1.b: Hill Valley                                                     

Son olarak kahramanın başına gelen olayın benzerliği sebebiye Groundhog Day, bana kendisinden çok sonraları gelen Truman Show'u (1998) ve Lütfen Beni Öldürme'yi (2006) hatırlattı. Öncesinde bir benzeri varsa da ben bulamadım.

NeFilm Puanı: 6.5/10

6 Aralık 2012 Perşembe

MOONRISE KINGDOM (2012)


Çocuk filmi desen değil, yetişkin filmi desen değil.
Moonrise Kingdom’ı izlemek hoş, duru bir hikaye okumak gibi. Eskilerden birşeyler hatırlamak gibi.
Bir Wes Anderson hikayesi.


Çok kısaca konusu: izci kampında sevilmeyen bir oğlan ve ailesiye iletişim kuramayan sorunlu bir kız -yaşlar 12- beraber evden kaçarlar. Tabii izciler, aile, polis, aramaya koyulurlar. Bulabilecekler mi, aralarına girebilecekler mi, ne olacak, bitecek onu izliyoruz ama çok güzel bir ilk aşk öyküsü ve yeni bir dünya izliyoruz.

Oyunculara gelince.. Yan rollerde Bruce Willis, Edward Norton, Frances McDormand, Bill Murray ve Tilda Swinton karşımıza çıkıyorlar. Ancak filmin esas kahramanları iki yeniyetme: Kara Hayward ve Jared Gilman (98’liler!!).


Bu çocuklara ba-yıl-dım. İkisinin de ilk filmleriymiş. Cidden bravo. Şahaneler. Bir de bizim filmlerdeki çocuk ve genç oyunculara bak :( Örnek bile vermek istemiyorum.
Tek garabet, kız oğlandan biraz büyük duruyor (gerçekte bir ay büyükmüş). Buna anlam veremedim. Kızlar genelde daha erken olgunlaştıkları için böyle seçilmiş olabilirler.

Kızın yüzündeki o ifade, bakışlarındaki anlam derinliği.. Bakışlarıyla konuşuyor adeta. İleride çok görebiliriz kendisini.
Çocuğun bakışlarından zeka fışkırıyor. Bilmiş seni. Kara kaşını kara gözünü yerim yer!

Kızın (Suzy) yaşıtlarına göre çok olgun tavırları, ailesiyle yaşadığı iletişim sorunu, onu iyi tanımayanların -hemen herkesin- ondan beklemeyeceği davranışları, ve ondan umulmadık beklentileri.. Yerinde mantığı, baskın çıkmasına izin verdiği duyguları, inandığı birşey için kendini böyle adayışı.. Kesin akrep burcu bu kız!
Bana kendimi, birilerini, birşeyleri hatırlattı. ‘Ben de olsam o çocuğa aşık olurdum, ben de olsam bütün bunları yapardım’a kadar vardırdım düşünceleri.. Böyle bir özdeşleşmişim bir ara.

Çocuksa (Sam) ailesini yitirmiş, çeşitli sorunları olan biri olduğundan herkes ona karşı önyargılı. İnsanları başlarından geçenler üzerinden değerlendirişlerimizdeki haksızlığı yine anlıyorum.

İçlerinde bambaşka bir dünya var sanki.
Başka biriyle bambaşka bir hikaye yazmanın, başka bir dünya kurmanın güzelliği.
Başka hayatlar mümkün.


Filmde bir bakıma çocuklar yetişkin gibi, yetişkinler çocuk gibi. Çünkü aklın kuralları, sınırları yok. Bir çocuğun tecrübe dışında bir yetişkinden ne eksiği var ki?
Zaten çocuklar çocuk olmaktan nefret eder, bir an önce büyümek isterler; yetişkinlerse çocukluklarına dönebilmek.

Bir filmin sonunda tüm taşlar yerine oturuyorsa bana göre o çocuk filmidir, havada kalan birşeyler gerçek hayata özgüdür; yetişkinlerin hayatına. Sonundan tabii ki bahsetmiyorum.

Buna benzer olarak 'yetişkin olunduğu halde çok sevilen gençlik filmleri' kategorisinde bir de My Girl vardı, anımsayana. 

Son olarak, Moonrise Kingdom, sinematografisi, sanat tasarımı iyi bir film. Oscar’da karşılığını bulma ihtimali yüksek.
Sapsarı rengi bana göre biraz sıkıcı ama kendine has bir hava katmış. Apayrı bir dünya kurmuş. Bir Wes Anderson dünyası.


                                      

Ve tabii Alexandre Desplat müziklerinin de bir adaylık getirmesi çok muhtemel.
Buysa, çocukların birlikte dans ettiği; Françoise Hardy'den, Le Temps De L'amour:



"-No, thanks". + "Yes thanks"
NeFilm puanı: 7.5/10

Moonrise Kingdom (2012) on IMDb
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...