en iyi yabancı film etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
en iyi yabancı film etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ocak 2016 Salı

MUSTANG (2015)

“Her şey göz açıp kapayana kadar değişti. Önce rahattık… ve birden her şey boka sardı.”

Fransız-Alman-Türk ortak yapımı Mustang, Fransada yaşayan Türk yönetmen Deniz Gamze Ergüven’in ilk uzun metrajlı filmi. Türkiye’nin Sivas’ı aday göstermesiyle film, 12 adet en iyi yabancı film Oscar’ına sahip Fransa’nın en iyi yabancı film Oscar aday adayı oldu. 2016 Altın Küre ödüllerinde yine Fransa adına en iyi yabancı film dalında aday olarak bizleri de oldukça heyecanlandırdı.

Mustang, anne ve babalarının ölümünün ardından babaanne ve amcalarıyla yaşayan beş kız kardeşin toplum ve aile baskısıyla çevrili yaşamını anlatıyor. Erkeklerle münasebetleri olmasın diye okuldan alınan, eve hapsedilen, erkenden evlendirilen genç kızların bu erkek egemen toplumda kendilerini var edebilmekte karşılaştıkları zorlukları ve mücadelelerini vurucu bir üslupla yansıtıyor.

3 Haziran 2012 Pazar

BELLE EPOQUE (1992)


THE AGE OF BEAUTY

GÜZELLİK ÇAĞI


Güzellik Çağı, 19. yy sonları, 20. yy başları savaş öncesi yıllarında, Avrupa’da güzelliğin, kadın güzelliğinin, kadın figürlerinin öne çıkarıldığı; modernizmin, özgürlükçülüğün, sanatın, deneyselciliğin doruk yaptığı, saadet devriymiş, bir nevi bizdeki Lale Devri.

Film, askeri birliğinden firar eden pasifist bir askerin, bir takım olayların sürükleyişiyle yaşlı bir adamla dost olup ve onun çiftliğine misafir olmasıyla başlıyor. Bir süre kaldıktan sonra, yaşlı adamın birbirinden afet kızlarının da eve gelişiyle evden ayrılamaz hale geliyor.

Ailenin, Fernando’nun, evde yaşananların anlatıldığı filminin arkaplanında, Avrupa’nın o dönemi hakkında fikir sahibi oluyoruz. İspanya’da monarşinin bitmesini, ruhban sınıfının artık çökmesini isteyen, cumhuriyeti bekleyen bir halk var. Siyasetin, antimilitarizmin yanında Hristiyanlık, eşcinsellik, anne-oğul, baba-kız ilişkileri ve hatta gelin-kaynana ilişkisi, yalnızlık, evlilik, aşk, cinsellik konularında da fikir beyan ederek neredeyse değinmedik konu bırakmıyor ve böylece Oscar kapısını açıyor Belle Epoque.

Belle Epoque, bana göre en çok, hiçbir konuda ayrım gözetmeyen bir cinsel özgürlük filmi. Cinselliğe çok özgün bir yaklaşımı var. Kadın erkek, homoseksüel heteroseksüel, genç yaşlı, bu konuda herkes aynı şekilde yer buluyor. Babayı biraz üzdüğü belli olan eşcinsel kızına annenin yaklaşımına bayıldım örneğin.
Baba, kızlarının cinselliği konusuna yemek yemelerinden bahseder gibi bahsediyor. Öyle ki, opera sanatçısı karısı turneden menajer aşığıya döndüğünde sevincinden havaya uçuyor, hatta sonrasında adamla sen mi boynuzlanıyorsun ben mi geyiği bile yapıyorlar.
Ve tabii evlilik kurumunda da ciddiyetle yaklaşılmıyor. Anneleri trene yetişsin diye bir öpücükle evlenmiş sayılabilecek kadar önemsiz onlar için.

İspanyol kadınlarının rahatça açığa vurdukları tutkularını başta eğlenceli bulduysam da, ilerledikçe bu devamlı uçkur derdindeki hallerinden sıkılmaya başlıyorum. Alışılmışın aksine öyle aşk aptalı kızlar yok bu filmde, tersine, erkekler daha çok aşk arıyor, kızlar uçkur derdinde diyebiliriz. Ben bu kadar uçkur derdinde kızı aynı evde bir arada görmedim arkadaş (desem yalan olur ehuehue).
Fernando yakışıklı, yemek yapamayan bu tiplere şahane yemekler yapan, kibar, anlayışlı, yardımsever, ideal erkek tiplemesi. Güven suistimal etmiyor. Bu halinden ötürü resmen evin damızlık erkeği muamelesi görüyor. Sırayla eşcinsel olan dahil bütün kızların elinden geçiyor. Böylece damızlık Fernando, eve iyice yerleşiyor. Ve hepsine aşık oluyor, evlenmeyi düşünüyor.


Uykusunda bile “Violetta’yı seviyorum, Rocio’yla evlenmek istiyorum, Clara…” diye sayıklıyor çocukcağız. Evlenmek için bu kadar can atan erkek zaten anca güzellik çağında olur. Bir daha da görülmemiştir böylesi.


Kızlarsa oralı değiller. Evlenelim diye can atan tipik kızlardan değiller. Yalnızca en küçükleri Luz (Penelope Cruz) bu nimetten faydalanamıyor ve Fernando’ya aşık oluyor, onu fark etmediği için bozuluyor.

Bir an için Küçük Kadınlar’a benzetecek oldum ama, onlar ne kadar masumsa bunlar o kadar oyunbazlar. Filmin bir hoşlanmadığım yanı da bu. Kadınların sadece oyunbaz, düzenbaz, planlar yapan, şehvet düşkünü olarak gösterildikleri filmlerden yalnızca biri. Böyle grileri içermeyen, kadın ya çok erdemlidir ya da böyledir şeklinde keskin şekilde ayrılan hiçbir fikirden, üründen hoşlanmıyorum.
İçlerinden tek ayrılan, Luz. Onlar gibi olmak istemiyor. O farklı. Onun için duygular önemli.

Söz Penelope’ye gelmişken, onun filmdeki halini gördükten sonra, evrime tamamen inanır oldum. İki parmak kaşlarıya, örgü saçlarıyla çirkinleştirilmek istense de bu kadar değişim bence fazla. Sanırım insanlar güzelleşmemeli demek üzereyim. Şaka şaka, lokum gibi Javier'i kapsan da hastanız Penny :(


Son olarak, film ne yazık ki, bir pembe dizinin uzun ve güzel bir bölümü gibi. Özellikle başlarda, sanki yönetmen “-motor!” demiş ve onlar ifadeyi hemen takınmaya çalışmışlar gibi aşırı yapay bir havası var. Yapay mimikler, jestler, yutkunmalar, nefes almalar, gereksiz kaş göz hareketleri batıyor. Konu ilerledikçe en azından kendimizi hikayenin akışına bırakabiliyoruz.

Açıkçası En iyi yabancı film Oscar’ını almış olduğu için incelemeden geçmeyeyim dedim Belle Epoque’u. Önerir miyim? Pembe dizi severlere, evet.
Nefilm’ce filmin puanı: 6/10.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...