aşk filmleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
aşk filmleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Aralık 2012 Pazar

ONE DAY (2011)

BİR GÜN


Gelecekte eminim yine karşılaşacağız, ama arkadaş olacağız.”


David Nicholls'un bestseller romanından uyarlama One Day. O günlerde çok popüler olmuştu, ben de okumak istemiştim ama fırsat olmadı. Ben de artık filmini izleyeyim dedim, tam da aşk filmi havamdayken.

Emma ve Dexter, mezuniyet sonrası, üzerlerinde cüppelerle, sabaha karşı tanışırlar ve eve geçerler. Emma bu durumları yüzüne gözüne bulaştıran bir tip olduğundan, yürümez ancak arkadaş kalmaya karar verirler. Birbirlerinden hep haberdar olmak suretiyle, her yıl 15 temmuz günü buluşurlar.
Biz de, 1988’deki mezuniyetlerinden 2006’ya kadar her yılın 15 temmuz gününü izleriz.


Sanki karşımızda bir ilişki-zaman grafiği var. Bazen pik veren, bazen apsiste bir grafik.
Emma potansiyelini açığa çıkaramayan biri. Buna rağmen hep çabalıyor, köhne bir yerde garsonluk yapıyor, öğretmen oluyor, sonunda yazar olmayı başarıyor; hep çalışan, emek veren biri.
Dexter’sa tam bir ağustos böceği. Zengin, havai, dışadönük, zampara bir adam.
Aradan geçen yıllarda Dexter’ın hayatı düşüşe, Emma’nınki yükselişe geçiyor.



Ve sonra..
Oğlumuz adam oldu, ama zaman diye birşey vardı.
Issız Adam’a ağlayanlar bunu izlerken de hıçkırıklarını gözyaşlarını tutamayacaktır. 

Her yılın aynı gününü izleyerek hayattaki değişime tanıklık etme fikrini çok sevdim.
Zaman ilerleyişini, onlarla beraber modanın ve tarzlarının da değişimi izlemek eğlenceli.
Filmin başarısızlığı, yıllar atladıkça bizim bunlar arasında çok az bağlantı kurabilmemiz.
Filmin mottosunu yakaladıktan sonra senaryoya kendi kafamızdan eklemeler yapmamız gerekiyor.
Emma’nın yaşadıkları, hissettikleri çok yetersiz kalıyor. 
Bu yüzden hikayeyi sevdim ve keşke kitabını okusaydım dedim.
Çok güzel görüntüler var ve yine de hoş bir aşk hikayesi; bu yüzden yazmak istedim.


Anne Hathaway zaten iyi bir oyuncu, ben de seviyorum artık kendisini.
Jim Sturgess’i ise ilk kez izledim. Abartmıyorum, bakkalın çırağı kadar bir karizması var. Kimse kusura bakmasın. Hiç beğenmedim hiç. Olmamış. Nasıl yakışmıyorlar birbirlerine, nasssıl. İzledikçe Ryan Gosling’in değerini anladım. O karakter ayağa kalkardı. (Canım Ryan, herşeyin olduğu gibi senin de değerini zamanında bilemedim. Seni seviyorum. Bana ulaş). Jake Gyllenhaal da iyi giderdi.

Aşk filmi severlere, kafa boşaltmak isteyenlere, sevgilerle. 
NeFilm puanı: 6/10

12 Mayıs 2012 Cumartesi

TWO LOVERS (2008)


İKİ AŞIK





Başkasını gören gözlerde kendini bulmak mümkün müdür?
Mutluluğu kaybedeli çok olmuşsa umutlanmak yersiz midir?
O ağzını yediğim karizmatik Joaquin Phoenix ve tipik bir çok güzel oluşu dışında genelde oyunculuğundan hazzetmediğim Gwyneth Paltrow, sıradan romantik komedilerin kesmediği bizlere iyi bir aşk filmi sunmuşlar da haberimiz yokmuş. Güvendiğim bir arkadaşımın önerisi olmasaydı izler miydim bilmem. Çok boş bir anımda, canım çok sıkkın olsaydı belki. Ender olarak iyisine rastladığımızda fazla iyi bile olabilseler de, bu tip aşk filmlerine güvenimi yitireli çok oldu.. desem de dayanamam, izlerim, şaşırmayı beklerim. Şaşırdıkça da yazarım. Ancak Two Lovers için aşk filmi tanımlaması hem yanlış olur, hem de haksızlık.
Kısaca konusu: Leonard, nişanlısı tarafından terk edilmesiyle hayatı altüst olmuş, defalarca kez intihara kalkışmış, bipolar (bu biraz klişe olmaya başladıysa da) ailesiyle yaşayan bir adamdır. Güzel komşu Michelle’in gelişiyle içinde aşk ve tutku filizlenmeye başlar. Öte yandan, iş ilişkilerinin bulunduğu aile dostlarının hoş kızı Sandra da hikayeye dahil olur. Biz de yaklaşık iki saat boyunca ara bile vermek istemeksizin Leonard’ın hikayesine kendimizi kaptırırız.
Leonard’ın kişiliği üzerinde çalışıldığı çok belli olan, izledikçe onu sevdiren detaylar vardı; evde pek konuşmazken arkadaşlarının yanında bir eğlence canavarı haline gelmesi, genel sünepeliğini birden atıp, ani kararlar vermesi, çekingen olmasını beklerken ortaya fırlayıp dans etmekten kaçınmaması gibi. Hayatının ve odasının darmadağın haline bakmadan güzel kızı elde etme isteği, kendine çeki düzen veremese de hayatında düzen beklentisi gibi, fotoğraf çekmekteki arzusu gibi.
Eğlence canavarı Leonard için;


Aslında, Leonard’ın tek isteği mutlu olmak. Mutluluğu, insanları üzmekten çekinmeden, gözü kara bir arayışı var. Film bize diyor ki, mutluluk bizim aradığımız yerde değil, bizi bekleyen bir yerde. Orasının neresi olduğunu bulmak gerekiyor. Bunun için de farkında olmak, görmek, değer bilmek gerekiyor.
Hikaye şimdiye kadar anlattığım şekliyle normalin ötesinde görünmüyorsa da filmin hoş havası, New York atmosferi, görüntü kalitesi ve en önemlisi kişilerle bütünleşmiş oyunculukları çok iyi. Öyle ki, Leonard’mışçasına hissettiğim anlar oldu, sonunda ne yapacağımı merakla bekliyordum :) Bir Amerikan ailesini filmlerde görmeye alışık olduğum şekilde birbirlerinden bihaber ve umarsız değil de, birbirlerini düşünen, değer veren bir anne-baba figürü olarak görmeyi sevdim. Leonard’ın tutunma çabasını ve ailesinin onun artık mutlu olmasını bekleyişini sevdim. Selvi Boylum Al Yazmalım’sı finalini sevdim.



Mutluluğu yakınımızda bulabilelim umarım. (mutluluk içimizde!)
Nefilm’ce filmin puanı: 6.5/10
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...