ryan gosling etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ryan gosling etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ağustos 2012 Pazar

DRIVE (2011)


Filmlerin tehlikeli kovalamaca sahnelerinde dublörlük yapıp, geceleri hırsızlara araba sürerek hayatını kazanan, bir yandan yarışlara katılma planları yapan, coolluktan adını bile öğrenemediğimiz yalnız yaşayan bir adamın (Ryan Gosling), oğluyla yaşayan genç bir kadınla (Carey Mulligan) tanışmasıyla başlayan bir hikayesi var Drive’ın. Arkadaşlıklarının başlamasından kısa bir süre sonra, kadının hapisten çıkan kocasının belasına ‘cool adam’ da ortak oluyor.
Kısaca: Adamımızın hayatının dublörlük yaptığı film senaryolarına dönüşmesini izliyoruz. Gerçek dünyada gerçek bir kahramanın hikayesi.
Biraz daha uzunca: Adamımızın hayatının –tehlikeli de olsa- sürüp giden tekdüzeliğinde bu kadın ve çocuğun ona hayatta var olduğunu bile unuttuğu duyguların, masumiyetin, sadakatin, bağlılığın, ailenin, sorumluluğun, sevginin belki de hala var olduğunu fark edişini ve tüm bunlar için yaptığı fedakarlıkları izliyoruz.


Yukarıda anlattıklarım filmde yapılmak istenen şey olmuş .Kimilerine göre çok iyi yapılmış. Benim de içinde bulunduğum kimilerine göreyse, bir Elif Şafak romanı kadar yapay bir film. Farklılığı severim ama birşey farklı olsun diye extra gayret sarf edildiği belliyse anında soğurum doğal olarak.
Drive öncelikle, atmosferi değişik bir film. Bunun için özellikle çok çabalanmış.
Cool oyuncular, planlar.. ağır kamera hareketleri.
Ne tam sanat filmi olsun, ne tam gişe denmiş belli ki.
Natüralizmden ödün vermemek için konuşmayan tepki vermeyen karakterler...
70’lerin otoyol filmlerini andıran bir havası var. Eski sesler, eski stil müzikler...
Yönetmen Nicolas Winding Refn, bu filmiyle Cannes Film Festivali'nde en iyi yönetmen ödülünü kazanmış. Filmin Altın palmiye adaylığı da bulunuyor.
Bir yönetmen filmi. Yönetmenin gövde gösterisi gibi. 
Ancak sanki bir film çekmemiş, çekmeye çalışmış. Filmde alenen deneysel bir yapaylık var.
Yönetmenin ardındansa müzik geliyor. Öyle ki sanki senaryoda yansıtılamamış birşeylerin boşluğunu şarkılar dolduruyor.
Şarkılar gerçekten çok iyi.
Mesela;

Doğrusu film zamanı ilerletiyor.
Açılış sekansı, ışıklı havalı Los Angeles gecesinde etkileyici sürüş bizi havaya sokuyor ama temponun düşüşüyle ve yapaylığın artışıyla bu havadan koparılıyoruz.
‘Şiddetin sakin bir bünyede gizlenmesi’, ‘vahşet de içimizde, merhamet de’ türü bir tema 2012 yılında hiç de zorlamayla “vay be!” dedirtebilecek bir durum değil. ‘Onu seviyorum ama gerekeni yapıyorum’sa hiç değil. Ama yönetmen ve senarist bizden bunu bekliyor gibi.
Belki bizim düşünmemiz çözmemiz gereken alt metin üstte bağırıyor. Herşey tamam; aslında en önemli unsur olan sürücünün kadına neden bu kadar aşık olduğunu göremiyoruz. Nedir yani. Bunun izleyiciye bırakılması niyetinden değil, anlatıcının yeteneksizliğinden ileri geldiğini düşünüyorum.
Konusunu benzettiğimden değil ama yapılmak isteneni çağrıştırdığından: bir Taxi Driver bir daha kolay kolay gelmez. 
Ryan Gosling iyi bir oyuncu ama bana göre şu son dönemde abartıldığı kadar değil. Kayıtsız kalamadığım bir zibidi karizması var herifte, fazlasıyla. An Education’dan beridir sevemediğim Carey Mulligan’a da kanım kaynamadı gitti. Karakter de sevdirmiyor hani. Masum görünümlü Chucky sanki. Annesi, “göster ama elletme” diye tembih etmiş galiba zilliye.


Son olarak Drive, bittiğinde bitmeyen bir film. En azından öyle olması istenmiş. Sonunda bir klişe bekleyen zaten yoktu. Tüm bunların yapışına başlıca bir “neden” sorusu ve bir çok soru işaretiyse düşünülmeyi bekliyor.
Haksızlık mı ediyorum, zamanla benim için anlamlanır mı diye düşündüm bunları yazarken. Anlaşılacağı gibi memnuniyetsizliğim anlatılmak istenenden değil, bu gerçeküstü kalmış yapaylıktan ötürü. Beğenmedim değil, kesmedi diyeyim.
Önerir miyim? Hayır, ama siz yine de izleyin.
Bir de şunu dinleyin:


NeFilm puanı: 6.5/10

24 Mart 2012 Cumartesi

BLUE VALENTİNE (2010)

AŞK VE KÜLLER


Adam gibi filme pek sık rastlanmıyor.
Kendi adıma söyleyecek olursam, yaklaşık olarak izlediğim beş filmden birini beğenir, on filmde bir cidden iyi bir filme rastlarım, belki de yirmi otuz filmden biri beni benden alır. İyi filmden kastım yalnız kalitesi değil, beni yeni bir düşünce şekliyle karşılaştırması, aklımda yeni bir resim, yeni bir sayfa açması ya da en basit ifadeyle içimi cız ettirmesi, çok içimde bir yere dokunması diyebilirim.
Son zamanlarda gerçekten yenilikçi filmler yapılıyor aşk hakkında. 2000’li yılların hakkı verilmeye başlandı. Titanic’tir, The Notebook’tur, Notting Hill’dir, sanırım o hikayeleri eskittik. Onların da tadı ayrıydı, dönemlerinin çok iyileriydiler, ancak şimdi pembe tabloları bırakıp; daha yüze tokat, daha gerçeği söyleyen hikayelere ihtiyaç var.
Blue Valentine iyi film. Konusunu anlatacak değilim. İzleyenlere sürpriz olsun. Afişinden aldığım izlenimle daha sıradan, romantik, klasik bir “aşkım sensiz yapamam” filmi bekliyordum. Ancak film bunun çok üzerinde. Michelle Williams’ı soğuk ve donuk bulsam da karakterde çok iyi. Ryan Gosling özellikle harika bir oyunculuk sergilemiş. Filmin kurgusu, hikayeyi ele alış şekli çok iyi.
Aşk nedir? Gerçekten aşk var mı? Nereye kadar aşk? Bunlardan hangisi aşk? Aşk yeterli mi? Aşk biter mi? Sonsuza kadar aşk mümkün mü? Hayata farklı pencerelerden bakarak sevmek mümkün mü? Birbirinden farklı iki insan, nereye kadar gidebilir? Farklılıkları fark etmemek mümkün mü? Evlilik aşkı sürdürür mü, öldürür mü? Gibi birçok soru soruyor film. Cevaplar, hikayenin içinde yer buluyor, ama bize de bunları düşünme payı bırakıyor.
Cindy ve Dean arasında geçen şu diyalog, ikilinin hayata bakış şekillerinin bir özeti gibi:
C: Tüm o potansiyelinle ne olacak?
D: Tüm o potansiyelimle neden para kazanayım ki?
C: Ben para kazanman gerektiğini söylemedim.
D: Potansiyel ne demek? Ne için potansiyel? Neye dönüştürceğim ki?
Hayata asılan bir insanla boşvermiş bir insan arasındaki diyaloğun bir noktadan sonra tıkanması kaçınılmaz.
Filmi izlerken, Dean’e aşık oldum, giderek daha fazla oldum ama, bittikten sonra, zaman geçtikçe gerçekleri fark ettim. Tıpkı Cindy gibi.
İnsan bazen Cindy, bazen Dean. Nedir, ne olmalıdır, seçimi tercihlerimize, hayatı nasıl yaşayacağımıza kalmış.

Bu şarkı da fazla iyi:


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...