GARSONİYER
Dedikleri gibi, bir sinema ve senaryo dersi, The Apartment.
Nasıl tatlı bir film.. Nasıl abartmadan komik, nasıl
çaktırmadan zeki..
Konusu kısaca şöyle diyelim: Dairesinde yalnız yaşayan bekar
bir adam, C.C. Baxter, çalıştığı şirkette daha üst kademedeki kişilerin terfi ettirme
vaatlerine karşılık dairesini çapkınlıkları için belli saatlerde onlara vermeye
razı olur, zamanla işler karışır.
Jack Lemmon’ı, daha doğrusu C.C. Baxter’ı o kadar çok sevdim
ki.. Uzun süredir bir karakteri bu kadar çok sevmemiştim. Ekrana girip sarılmak
isteyişimden bahsediyorum J
Tenis raketiyle makarna süzen bir adamdan söz ediyorum
burada. Yalnız buradan bir genel Jack Black karakteri aptallığı düşünülmesin.
Sadece pratik, bekar bir adam. J
Film boyunca güldüm, sırıttım, kıkırdadım, kahkaha bile
attım.. Daha ne olsun? J
Shirley MacLaine’in karakterinin mızmızlığı zaman zaman
sıkıcı olduysa da biz kızlar aşık olduğumuzda böyle olabiliyoruz, hele de
umutsuzsak ve kandırıldığımızın farkındaysak.
"C: -Kaç Erkeğe aşık oldunuz?
F: - Üç." :))
Unutulamayacak repliklerle dolu. Hatta bana tanıdık gelen
cümleler oldu, 1960’tan günümüze gelmiş.
“F: -Sorun nedir?
C: -Ayna kırılmış.
F: -Evet biliyorum.
Böylesi hoşuma gidiyor. Bana kendimi hissettiğim gibi gösteriyor”.
Sonu bize istediğimizi veriyor. Ancak gerçek hayatta pek
böyle şeyler olmadığından, film benim gözümde gerçekçiliğini yitiriyor.
Maalesef bu da romantik komedi olmanın şartı.
Yine de çok sevdim. Keyifle öneririm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder