17 Nisan 2012 Salı

THE APARTMENT (1960)

GARSONİYER


Dedikleri gibi, bir sinema ve senaryo dersi, The Apartment.
Nasıl tatlı bir film.. Nasıl abartmadan komik, nasıl çaktırmadan zeki..


Konusu kısaca şöyle diyelim: Dairesinde yalnız yaşayan bekar bir adam, C.C. Baxter, çalıştığı şirkette daha üst kademedeki kişilerin terfi ettirme vaatlerine karşılık dairesini çapkınlıkları için belli saatlerde onlara vermeye razı olur, zamanla işler karışır.

Jack Lemmon’ı, daha doğrusu C.C. Baxter’ı o kadar çok sevdim ki.. Uzun süredir bir karakteri bu kadar çok sevmemiştim. Ekrana girip sarılmak isteyişimden bahsediyorum J
Tenis raketiyle makarna süzen bir adamdan söz ediyorum burada. Yalnız buradan bir genel Jack Black karakteri aptallığı düşünülmesin. Sadece pratik, bekar bir adam. J


Film boyunca güldüm, sırıttım, kıkırdadım, kahkaha bile attım.. Daha ne olsun? J
Shirley MacLaine’in karakterinin mızmızlığı zaman zaman sıkıcı olduysa da biz kızlar aşık olduğumuzda böyle olabiliyoruz, hele de umutsuzsak ve kandırıldığımızın farkındaysak.


"C: -Kaç Erkeğe aşık oldunuz?
 F: - Üç." :))


Unutulamayacak repliklerle dolu. Hatta bana tanıdık gelen cümleler oldu, 1960’tan günümüze gelmiş.

“F: -Sorun nedir?
 C: -Ayna kırılmış.
 F: -Evet biliyorum. Böylesi hoşuma gidiyor. Bana kendimi hissettiğim gibi gösteriyor”.


 -“Evli bir adamla berabersen, rimel sürmeyeceksin”.



Sonu bize istediğimizi veriyor. Ancak gerçek hayatta pek böyle şeyler olmadığından, film benim gözümde gerçekçiliğini yitiriyor. Maalesef bu da romantik komedi olmanın şartı.

Yine de çok sevdim. Keyifle öneririm.

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...