THE CASUAL VACANCY
Harry Potter sonrası nasıl bir romanla karşımızda olacağı
uzun süredir merak konumuzdu J.K. Rowling’in. Nihayet çıktı, nihayet aylar
sonra Türkçe’ye çevrildi, ben nihayet alabildim, sınavlardan derslerden fırsat
bulup okuyabildim, ve nihayet hakkında yazma fırsatı buldum.
Kısaca konusu: Pagford adında şirin bir
kasabanın belediye meclisi üyesi Barry Fairbrother’ın ani ölümüyle belediyede
boş kalan koltuğa sahip olmak için yaşananlar, varoş mahallesi Fields’tan
kurtulmak için çabalayan Pagford sakinleri, Barry’nin hayatına bir şekilde
dokunduğu insanların yaşantısında meydana gelen zincirleme değişiklikler...
Konusunu değil, ana fikrini ve karakterlerin derinliğini
sevdim. Ve fakat konu, bir romanda verilmek istenen düşüncenin karakterler
aracığıyla anlatılabilmesini sağlar. Bu nedenle elbette ki konu çok önemlidir.
Bu anlamda, çok iyi bir anlatıcı olan J.K. Rowling’in bu kez fikri aktarabileceği
sağlam konuyu bulamadığını düşünüyorum. Küçücük, bizim bir türlü önemseyemediğimiz bir konuyu çok
büyük, çok etkileyici bir mevzuymuşçasına anlatmış.
İlk yarısını J.K Rowling hatrına zor okudum.
Sizi okumaya devam ettiren şey, J.K. Rowling
in lezzetli üslubu, hafif esprili ve alaycı dili ve çok doğru tespitleri.
İkinci yarısını ise elimden bırakamadım.
Hatları çok net çizilmiş ve katmanlandırılmış karakterlerle dolu bir roman Boş Koltuk.
Belediye seçimi hikayenin bahanesi.
Hakkında okuduğum eleştirilerde “bunu Harry
Potter’ı yazan kişi yazmış olamaz, bambaşka bir üslubu var” türü sözlere
rastladım. Böyle düşünenlere müsaadenizle roman okumaktan, üslup tahlili
yapmaktan hiçbir şey anlamadıklarını söylemek istiyorum. Çünkü bu üslup son
derece J.K Rowling.
Her zaman anlatmaya çalıştığım bir şey vardı Harry Potter’a
burun kıvıranlara. Harry Potter’dan sihri çıkarın. Geride kalan çok güçlü bir
insanlık eleştirisi, insanı insan yapan değerler, keskince ayrılamayan iyi ve
kötü, her şeyin altta yatan sebeplerle göründüğünden farklı olabileceğini
gösteren, hayata, insana dair yüzlerce detay, masumiyet ve her şeye rağmen umut
vardı.
En mühimi, Harry Potter temelinde ayrımcılık hakkında
yazılmış bir romandı. Ana teması sınıf ayrımcılığıydı. En kısa şekliyle
safkanlar ve muggle kökenliler arasındaki iktidar mücadelesiydi bahsedilen.
Sadece iyi ve kötü değil, siyah ve beyaz arasında grinin elli tonu vardı.
Boş Koltuk da bu temalar çevresine örülmüş bir roman.
Yine J.K. Rowling’in çok vurguladığı bir konu olarak kadın
erkek ayrımcılığı da yer buluyor. Herkes Doktor Vikram’a hayranken eşi
Parminder’ın bu kadar sevilmemesinin, nedeni bence kadın oluşu. Parminder’ın
agresif tavırlarının nedeni en başta kadın oluşundan ötürü yaşadığı ayrımcılık; bu nedenle her zaman savunma halinde. Tabii ki aşk evliliği yapamamış olması,
aşık olduğu adamınsa artık hayatta olmaması da cabası.
Krystal’ın kendini kurtarmak için bulduğu tek yol yine en
çaresiz, sıkışmış kadın çözümü olan Şişko’dan hamile kalmak. Onun bir çeşit
erkek yansıması olarak Şişko Stuart’a herkes hayranken Krystal kadın olduğu
için toplumca aşağılanan kişi oluyor.
Eşlerinin yaşadığı hayata hapsolmuş kadınlar Mary
Fairbrother ve Samantha Mollison; bir erkek için tüm hayatını değiştiren ve
buna değmediğini gören Kay; tüm hayatını eşine adamış ve son demlerinde
aldatılmış bir hayat sürdüğünü öğrenen (hak etmedi değil) Shirley Mollison;
kaderin ve Obbo’nun eline oyuncak olmuş Terri...
İyi erkekler de yok değil ama, tam bir feminist J.K.
Rowling.
Harry Potter sonrası gelen ilk roman olunca kıyaslamamak,
ilişkiler ve benzerlikler kurmamak imkansız.
Bana kalırsa bu, esasen Krystal’ın romanı. İçinde çok büyük
bir potansiyel bulunduran, çok zeki, hayat dolu, lider ruhlu bir genç kız
Krystal. Sadece toplumun kabul edilen bir bireyi olabilmek için taktığımız
maskeleri takmıyor, takmaya niyetlenecek olsa beceremiyor. Hep çabalıyor fakat hayatın fırsat sunmadığı,
anlatacaklarını dinlemeyen, yaşamasına izin verilmeyen bir düzenin içinde.
Biraz “Santiago Nasar seni öldürecekler” vakasını hatırlattı
bana.
Kendi çıkarları için at gözlükleriyle yaşayan toplumun
çarklarında kayboldu bazı hayatlar.
Bu konuda söylenecek çok şey var. Yolun, nehrin yakınlarında
yalnız yürüyen 3 yaşındaki bir çocuğa
üstü başı pis olduğu için kimsenin aldırış etmemesi ile tam olarak tarif
edilmiş -ki çocuğu görmeyen kalmamıştı.
Ve esas dertleri gölgeleyen yüzeysel sorunlarında boğuldu
bazı hayatlar.
Sonunda herkes kendiyle ve hayatıyla yüzleşti.
Sevdiğim bir husus da aile vurgusu. Bir ailenin
içinde herşeyin olabileceleği, yaşanabileceği ve ne olursa olsun, iyi niyetli
oldukça ve küçük de olsa sevgi barındırdıkça ailenin devamlılığı... Andrew’nun
aslında hep onu sevmesini istediği ve takdir beklediği babasına verdiği cezayı
da (ifşa edilen herkesin çocuklarınca cezalandırılması çok iyiydi bu arada),
takındığı tavrı da, dost kazığı yiyince bir aile olduklarını düşünüp babasını
affetmeye karar verişini de, kaybetmediği umudunu da, yeni bir başlangıç için
duyduğu hevesi de çok sevdim.
Favori karakterim Andrew Price.
Yine sevdiğim bir detay da Samantha’nın kilisedeki doğum
gününde adi Gavin’a evliliklerin iç yüzünü dışarıdan bakanların asla
bilemeyeceklerini, o yüzden peşin hüküm vermemesi gerektiğini söylemesiydi.
Aslında bu Miles’la olan ilişkisini özetliyordu, haklıydı da.
Sözde birinci vatandaş olup, tüm kasabayı tanıyıp iyi geçinen
ama doğum gününe gelen kızının geldiğine pişman olduğu sözde mükemmel fakat
adi, çünkü temelinde sevgi yatmayan bir anne-baba da mevcut, Mollison’lar.
Çok uçlarda yaşamanın doğru birşey olmadığını söyler gibi
Boş Koltuk. Merhametli olmak, affetmek ve dinlemek gerek. İnsanları yargılamak,
kolayca karar vermek doğru değil.
J.K. Rowling anlatımı sımsıkı elinde tutuyor, her cümleyi
işliyor.
3. şahısla anlatıyor ama sırası geldiğinde her karakterin
jargonuna uygun kelimeler kullanıyor, bu da okumayı oldukça keyifli hale getiriyor.
Sıradaki her karakterde onunla özdeşleşmenizi sağlıyor.
Samantha’nın fantazilerine ortak oldum, Simon Price’ın
sofrasında çocuklara ve karısına bağırdıkça gerildim, Colin Wall’la panikledim,
Sukhvinder’le ezildim.
Konu içinde konu anlattığı parantezleri sevmedim ve görsel
tasvirleri yetersiz buldum.
Pazarlama tekniği olarak Harry Potter’dan bağımsız bir roman
olduğunu vurgulamak için yetişkin romanı denip durmasına da sinir oldum.
Öncelikle yetişkin romanı demek; cici kızların ağzına
almayacağı tecavüz, taciz, ensest, orgazm, sakso, düzüşmek, cinsel fantaziler, aldatma,
sigara, uyuşturucu ve sair kelime ve kavramları içermek demekse; evet yetişkin
romanı. Fakat şimdiki çocukların, gençlerin internette, gazetelerde
okuduklarının yanında bunlar zaten devede kulak.
Ayıp fıkralar anlatan bir çocuk gibi eğreti durmasına neden
olan bir naiflik var.
Yetişkin kitabı demek bu değil bence.
Harry Potter bundan daha yetişkin kitabıydı. Net.
En sevdiğim kısımlardan biri Barry Fairbrother’ın
cenazesinde hoparlörlerden Umbrella’nın (Barry'nin kaptanı olduğu okul kürek takımının şarkısı) yükselişiyle konukların şaşkınlık yaşadığı bölümdü. Krystal'ın da çok sevdiği:
You had my heart
And we'll never be worlds apart
Maybe in magazines
But you'll still be my star...
Boş Koltuk’un filmi değil, dizisi yapılacakmış. Benim
kafamda Howard = Michael Gambon.
Türkiye’de Doğan Kitap tarafından yayımlandı ve Dost Körpe
çevirdi. Gönül isterdi ki alışık olduğumuz ve sevdiğimiz gibi yine Sevin Okyay
- Kutlukhan Kutlu ikilisi çevirsin ve YKY yayınlasın. Çok olmasa da, anlatım
bozukluğu olan cümleler var.
Bir de, bu berbat kapak için Mario J. Pulice’i, Joel
Holland’ı (ve başka kimin fikri değdiyse) tebrik ediyorum. Nasıl başardınız
beyler, daha kötüsü olamazdı. :) Türkçe kapak ondan da kötü görünüyor.
J.K. Rowling’in Harry Potter gibi bir efsanenin ardından
yeni baştan bir roman yazıp, Harry Potter’ı türetme kolaylığına kaçmaması,
kendini Harry Potter’ı yazan kadın olarak değil, bir yazar olarak konumlandırmasından
çok etkilendim.
Daha yazacak çok detay var ama artık susuyorum.
Daha nice romanlara, J.K. Rowling. Hayranın olmaya devam
ediyoruz.
NeKitap Puanı: 6.5/10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder